
Doç. Dr. Fatma Buğdaycı Başal
Optimum Denge Modeli Terapisti
Pozitif Psikoterapi Temel Danışmanı
Psikoloji Lisans Öğrencisi
STRES ve KANSER İLİŞKİSİ


Stres sözcüğü kişinin bedensel ve ruhsal sınırlarını baskı altında hissettiğinde verdiği fiziksel, zihinsel, duygusal ve davranışsal tepkiler bütünü anlamına gelse de aslında bir fizik terimidir. Bir maddenin içindeki güç veya dirençtir. Evrimsel açıdan ise stres, tehlike algılandığında vücuttaki stres hormonlarının aracılık ettiği savaş ya da kaç tepkisidir. Bu açıdan bakıldığında stres, akut ve kronik stres olarak ayrıntılandırılmalıdır. Çünkü organizmanın bu iki stres ile başa çıkma şekli farklıdır ve stres uzun sürdüğü zaman ya da güçlü bir şekilde ortaya çıktığı zaman sistem, ruhsal ve bedensel hastalıklarla cevap verebilir. Bu noktada stresin kontrol edilebilir olması önemlidir.
Stresin nedenleri fiziksel, sosyal veya psikolojik olabilir. Akut olarak yaşam olayları şeklinde karşımıza çıkabileceği gibi kronik olarak da maruz kalınabilir. Kanser tanısı almak kişinin hayatında bir tehdit oluşturduğu için akut stres olarak karşımıza çıkabileceği gibi hayatında kronik stres altında bir insan da kanser tanısı alabilir. Tam da bu noktada kişilerin aklına gelen soru “Stres ile kanserin ilişkisi var mıdır?” sorusudur. Bu soru araştırmacıların da merakını uyandırdığı için bu alanda çok sayıda araştırma ve meta-analiz yapılmıştır.
Stres sırasında periferik ve merkezi sinir sisteminin uyarılması ile hipokampal-adrenal aks üzerinden böbreküstü bezinden kortizol ve adrenalin gibi stres hormonları salgılanır. Bu hormonlar aracılığı ile beden stres döneminde savunmaya geçer. Direnç dönemi olarak da adlandırılan bu zaman içerisinde vücut stres ile başa çıkamaz ise tükenme dönemine girer. Bu süreçte sigara, alkol, obezite, yeme bozukluğu, sedanter yaşam gibi çevresel etkenler de katkıda bulunur. Stresin psikolojik morbidite ve fiziksel hastalık üzerindeki etkileri giderek daha fazla araştırılmaktadır. Stresin etkilerinin hormonal veya immünolojik olarak aracılık ettiği varsayılır ve hem hayvan deneylerinden hem de insan çalışmalarından bu görüşü destekleyen kanıtlar vardır. Başka mekanizmalar da mevcut olabilir. Stresin kanserin başlangıcında rol oynadığına dair gözlemler on altıncı ve on yedinci yüzyıllara kadar uzanmaktadır.
Öte yandan stres ve kanser nedenselliği konusunda araştırılmalar yapılmış olsa da metodolojik yöntemlerin sınırlılığının sonuçları etkileyebileceği düşünülmüştür. Bu konudaki esas akla gelen sorular kanserin var olan stres nedeniyle mi ortaya çıktığı ya da tanı aldıktan sonra gelişen stresin tedavi sonucunu ve süreci negatif şekilde etkileyip etkilemediğidir. Kanserin başlangıcına ilişkin veriler belirsiz olduğundan, stresli bir olayın kanserin ortaya çıkışına mı yol açtığını yoksa ondan sonrasında mı meydana geldiğini net olarak bilmek imkansızdır. Bu nedenle kanserin nüksünü belirlemek daha kolaydır. Tümör büyümesinin nüksetmesinde veya yeniden etkinleştirilmesinde stresin katkıda bulunan rolü, daha verimli bir araştırma nedeni olabilir. Stresi ölçmek için farklı yöntemler mevcuttur. Hastaların kendilerinin doldurdukları anketler, stresli olayların anlamını ve bağlamını göz ardı ettikleri ve puanlama sistemlerinin toplayıcılık anlamına geldiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Görüşme yöntemleri, daha maliyetli ve zaman alıcı olmasına rağmen üstün ve güvenilirdir. Stresin kanser seyri üzerindeki etkilerini ölçmeye çalışan çalışmalar, aynı zamanda kişilik ve sosyal destek gibi araya giren değişkenleri kontrol etmelidir. Bu bağlamda stres ve kanser nedenselliğine tek pencereden bakmak imkansızdır.
Hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda psikolojik stresin karsinogenezisin üç aşamasını da etkilediği gösterilmiştir. İnsanlarda da psikolojik stresin DNA tamiri, hücresel yaşlanma, bağışıklık sistemi değişiklikleri ve hücre ölümünü etkilediği deneysel çalışmalarda gösterilmiştir. Kanserin gelişiminde sigara, alkol, obezite, fiziksel inaktivite gösterilmiş etkenler olarak değerlendirildiğinde mental stres, kötü yaşam olayları, kronik depresyon, sosyal izolasyon gibi psikososyal faktörlerin kanser oluşumuna katkı sağlayan bu etkenlere eğilimi arttırdığı göz önüne alınmalıdır. Stres ilişkili psikososyal faktörler ile kanser riskinin araştırıldığı bir meta-analizde psikolojik stresin akciğer kanseri görülme sıklığını arttırdığı gösterilmiştir. Aynı meta-analizde meme, akciğer, baş-boyun, karaciğer kanserleri ve lenfomalarda artan kanser ilişkili ölüm gösterilmiştir. Fakat istatistiki ilişki zayıf güçte saptanmıştır. Başka bir meta-analizde ise 18 çalışmada psikolojik stres ile kanser riski arasında ilişki bulunmazken 6 çalışmada meme kanseri gelişim riskini artırdığı gösterilmiştir. Meme kanseri ve stresli olaylar arasındaki ilişkinin incelendiği başka bir meta-analizde 26 çalışmada pozitif ilişki saptanırken 16 çalışmada stres ve meme kanseri arasında negatif ilişki saptanmıştır. Yang ve arkadaşlarının iş stresi ile ilgili yaptığı 281.290 katılımcının olduğu bir araştırmada ise akciğer, kolon ve özefagus kanserinin iş stresi ile ilişkisi saptanırken meme, over ve prostat kanserinin ilişkisi saptanmamıştır.
Türkiye’den yapılan vaka kontrollü bir çalışmada meme kanseri riskindeki artışın, stres yaratan bir deneyimin varlığı, yetersiz sosyal destek algısı veya sosyal destek almaktan kaçınarak baş etme stratejilerinin kullanılması gibi genel yaşam stresiyle ilişkili olabileceğini göstermiştir. Bu çalışmada katılımcılara çocukluk travmalarını ve majör hayat olaylarını sorgulayan formlar uygulanmıştır.
Meme kanseri riski açısından 582 hasta ile yapılan kontrol grubu içeren bir çalışmada 40 yaş altında sık görülen depresyon ve korku, endişe, öfke, üzüntü ve çaresizlik gibi olumsuz duygular ile erken evre meme kanseri gelişimi arasında ilişki bulunmuştur. Bu çalışmanın aksine 29.089 hastanın değerlendirildiği bir Japon çalışmasında meme kanseri ile psikolojik disstres arasında ilişki bulunamamıştır. İtalya’dan yapılan 250 vaka kontrollü, meme kanseri hastalarının incelendiği çalışmada çocukluk döneminde görülen baba kaybı (2.6 kat), yetersiz sosyal destek (1.6 kat) ve son 5 yılda görülen önemli yaşam olaylarının (4.8 kat) ve psikiyatrik hastalıkların (1.9 kat) meme kanseri gelişimini artırdığı gösterilmiştir.
Kanser ve psikososyal stres arasındaki ilişkiye biyokimyasal mekanizmalar üzerinden bakacak olursak stresin oluşumu ile aktive olan hipotalamo-pitüiter-adrenal (HPA) aksın stres hormonlarını salgılaması ve yükselen stres hormon seviyesi ile bağışıklık sisteminin baskılanması mekanizmanın başlatıcısı olabilir. Öte yandan yine artan stres hormonu seviyesi ile antioksidan-oksidan sistemin dengesi bozulabilir. Kontrol edilemeyen oksidatif stres, kanser progresyonu ve metastazın gelişimini kolaylaştırabilir. Oksidatif hasar, biriken onkojenik mutasyonlara sebep olarak ya da hücre yaşlanması ve hastalık ilişkili hücre ölümünü tetikleyerek hücrelerin kanserleşmesine öncülük ediyor olabilir.
Sonuç olarak kanser ve stres ilişkisi ile ilgili çok sayıda araştırma yapılmış ve farklı sonuçlar elde edilmiştir. Stresin kanseri oluşturan tek neden olmadığı ve kanserin multifaktöriyel nedenlerle oluştuğunu göz önünde bulundurduğumuzda kansere karşı alınması gereken önlemler arasında stres azaltımının da olması gerektiği aşinadır. Gerek kanser gelişiminde gerekse nüks ve progresyonda etkisinin olması itibariyle sigaranın bırakılması, obezitenin engellenmesi, egzersizin devamlı yapılması gibi öneriler arasına etki alanımıza giren stresin kaynağının bulunarak gerekirse profesyoneller yardımı ile çözüme ulaştırılmaya çalışılması birincil korunma yöntemi olmalıdır.